İnsanin dünya için parazit bir tür olduğunu düşünüyorum. Doğa insandan kurtulmak için bağışıklık sistemini devreye sokarak deprem, hastalık gibi türlü felaketlerle mücadele etmeye çalışırken insanlık her seferinde üstün üreme kapasitesi ve aklıyla direnç geliştiriyor. Örneğin popüler virüsümüzün akciğerlere saldırdığı gibi insan da yağmur ormanlarını yağmalıyor. Tıpkı virüs gibi üzerinde yaşadığı organizmayı öldürdüğünde kendi sonunu da hazırlamasına benziyor.
Artan nüfus ve gıda talebi nedeniyle dünyanın kıt kaynaklarını ışık hızıyla tüketiyoruz. Su rezervlerinin kirlenmesi, biyoçeşitliliğin insan eliyle ortadan kaldırılması, iklim değişikliği derken kaçılmaz sona yaklaşıyoruz. Doğaya verdiğimiz en büyük zararlardan biri bitkisel yem hammaddesi üretimi ve balık unu. Herbir ton balık ununun, çiftliklerdeki balığın ağzına gelene kadar ortalama 5000 mil katetmesi ve bıraktığı karbon ayak izi de cabası. Okyanuslarda ekosistem de yağmur ormanları da temiz su kaynakları da yem uğruna feda ediliyor. Üretilen her bir gıda ürünü için etketindeki fiyatı kadar da çevre maliyeti olduğunun farkında değiliz. Ülkemizin bu mücadelede verdiği sınav çok kötü gerçekten. Aferin demek konusunda son derece cimri, olumlulukları standart kabul edip ödüllendirmeyi ya da desteklemeyi aklına bile getirmeyen, sadece ceza sistemi ile çalışan yönetim kültüründen fazlasıyla nasibi almış çevre yaklaşımı ile gidilecek yer kalmadı. Yitirdiklerimizin parasal karşılığı yok oysa. Böcek yetiştiriciliği konusunda sürü sepet çevre ve ekonomik yarardan ne kadar söz edersek edelim ülkenin söz sahibi muktedirleri, sermeye sahipleri bu meşakkatli yoldan kazanmayı şimdilik tercih etmiyorlar. Küçük ölçekli girişimcilerin ya da 'ecofriendly' grupların çabalarını kucumsememekle beraber genel toplumsal ve çevre yararına değer üretecek ölçekte yatırım ve proje hala ortada yok. Avrupa'da mantar gibi çoğalan endüstriyel üreticiler ülkemizi pazar olarak değerlendirmek için planlar yapıyor. https://nasekomo.life/about/
Karar alıcılar hiçbir şey yapmayarak bu ülkenin kaynaklarını sömürecek yabancı firmaların ekmeğine yağ sürmekte. Nerede melek yatırımcılar, sürdürülebilirlik ve döngüsel ekonomiyi dillerine pelesenk yapmış büyük sermaye grupları, çevre danışmanlık ve enerji firmalari, yem endüstrisi. Bu alana yatırım yapmayarak kendi dizlerine sıktıklarının hala farkında değiller. Her gecen gün fiyatları artan ve sürdürülebilir olmayan bir şekilde üretilen yem hammaddelerini ithal ederek daha ne kadar ayakta kalabileceklerini sanıyorlar bilmiyorum. Yem endüstrisinin fason üretim yaptırdığı balık ve tavuk üreticileri artan yem maliyetlerini aynı oranda fiyatlara yansıtamadıkları için giderek daha az kazanan, hatta zarar eden işletmeler haline geliyor. Maliyet baskısının önümüzdeki yıllarda daha da artacağı kesin. Öte yandan dünyanın organik fraksiyonu en yüksek atıklarına sahip yurdumun gıda endüstrisi ve geridönüşüm firmalari bu atıkları dunyada terk edilmeye başlayan yakma veya vahşi kompostlama gibi konvansiyonel yöntemlerle değerlendirmeyi yeterli sayıyor. Büyük mağaza zincirleri stratejik raporlarında biyogaz tesisine biyokütle olarak verdikleri gıda atıklarını, çevreye yaptıkları katkı sanıp övünecek kadar bilgisiz. Bu kadar sitem edip ve eleştirdikten sonra, ne yapmamız gerektiğini söylemeden bitirmeyeceğim elbette.
1. Genel olarak böcek yetiştirildiği özel de BSFL üretiminin endüstriyel ölçekte örneklerinin ulusal kaynaklarla ve birikimle hayata geçirilmesi lazım. Artık melek yatırımcı mı dersiniz çevre fonu mu sermaye grupları mı bilmiyorum, bu alana yatırım yapacak iş insanlarının ortaya çıkması gerekiyor. Mesele para kazanmaksa onlarca büyük uluslararası işletme örneği var. Karlı bir alan demek ki.
2. Tarım bakanlığı durumun vahametinin farkinda degil. Orada daire başkanı, genel mudur, hatta bakan bile inisiyatif alacak iradeye sahip değil. Üretim ruhsatı icin basvurusu yapıp alınacak red cevabı sonrasında dava açmanın zamanı geldi geçiyor. Adalete ve hukuk sistemine olan inancımdan değil elbette. Belki bazıları duyar da, kar suyu kaçar kulaklarına. Bu konuda dava açarak ilerleyecek tüm girişimci adaylarına gerekli akademik desteği vermeye hazırım.
3. İlgili üniversite bölümlerinin para ve yayın motivasyonlarini anlıyorum. Ancak, zaten ayrıntılı olarak işlenmiş konuları bir kez daha ispatlamak için ülkenin zaman ve parasını harcamayın. Bu alan sizin için yeni olabilir ama 20 yıldır çalışılıyor. Araştırma ve proje konularıni iyi çalışarak orjinal olanlardan seçin.
4. Sanayici yurttaşlar. Böcek yetiştiriciliği cok popüler bir alan haline geliyor. Onlarca patent başvurusu var. Arge bölümlerinin mühendislerinin böcek üretimi ve işleme konusunda orijinal çözümlere ihtiyacı var. İhracat potansiyeli olan makina, otomasyon ve yazılım geliştirin. Bu alanda çalışan üreticilere en azından destek olun, işbirliği yapın. Birlikte patent alabileceğiniz çözümler üretebilirsiniz.
5. Belki de bu alanda kapıyı açacak anahtar medyanın elinde olabilir. Basın yayın kuruluşlarının böcek yetiştiriciliği ve buna duyulan ihtiyaci aklı başında bir şekilde işlemesi gerekiyor. Her girişimci ya da duyarlılık sahibi kendi ilişkilerine bir de bu açıdan baksın. Tanıdığı çevre muhabirleri ya da yapımcıların aklına girebilir ve motive edebilirler belki.
6. Son söz bu yazıyı sonuna kadar okumuş duyarlı sosyal girişimcilere.
Hadi artık..
Türkiyede Ankarada başlayıp İzmirde devam eden, black soldier fly (Siyah Asker Sineği) üretim deneyimini aktaran bir sitedir
17 Aralık 2020 Perşembe
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var.
Bu arada sizlerle şimdiye kadar yaptığım bazı girişimlerin hikayesini paylaşmak istiyorum. Yararlı olabilir.
BSF konusunda farkındalık yaratmak ve belediyeleri harekete geçirmek için daha hızlı yol alacağımı düşündüğüm ve son derece kaliteli ve işini seven insanların çalıştığını bildiğim Çankaya belediyesi temizlik dairesine bir sunum yaptım. Önerim Çankaya ilçesinde toplanan organik atıkların küçük bir kısımıyla beslenecek bir BSF larva tesisi(minyatür ölçekte) kurulması, üretilen larvalarla beslenen bir küçük hayvan stoğu(30 kadar tavuk) ile döngüsel ekonominin bir örneğinin hayata geçirilmesiydi. Ziyarete açılarak tesis, ilkokul öğrencilerine çöpün nasıl proteine dönüştüğünü gösterecek ve döngüsellik bilincinin geliştirilmesine katkı sağlayacaktı. Zaman içerisinde oluşacak deneyim eşliğinde yürütülecek projenin asıl hedefi ise büyütülecek bu tesisin ürünlerinin(larvalarla hazırlanmış tavuk yemi oluyor)köylerdeki aile tipi tavuk işletmelerinin yem maliyetlerini azaltmak üzere dağıtılmasıydı. Köylerde evde çocuk bakan kadın nüfusu, belediyenin bağışladığı yemlerle tavuk besleyecek, ürünler(yumurta ya da tavuk)belediye tarafından köylülerden makul fiyatlarla satın alınacak ve böylece bu kadınların bütçeye katkı yaptıkları için aile içi ağrılıkları artacaktı. Yaptığım sunu dikkatele dinlendikten sonra umduğum heyecanı yarattı Çankaya Temizlik Dairesinde. Önce Daire Başkanı sonra ilgili belediye Başkan Yardımcısı ile aynı sunuyu paylaştım. Sunum bittiğinde Başkan Yardımcısının bir uzman hekimin bu işle neden ilgilendiği sorusunun yanıtını aradığını fark ettim. Beğenmiş görünmeye çalışarak yaptığı iltifatlardan sonra, ıkına sıkıla sorduğu ‘peki sizin menfaatiniz ne, siz ne istiyorsunuz’ sorusuna verdiğim ‘daha temiz bir çevre, temiz su, ekolojik yarar, çevre bilincine katkı ve bu projenin gerçekleşmesini görmek dışında bir şey istemiyorum’ yanıtını beklemediği ya da inandırıcı bulmadığından olsa gerek, herhangi bir eylem planı noktasına evrilmeden toplantı bitti. Bu beni durdurmaya yetmedi. Türlü insanları araya sokarak ve yol arkadaşlarım eşliğinde Çankaya Belediye başkanı ile bir randevu ayarladım. Bütün yollar Başkana çıkıyor kendisi evet derse bu projenin olacağı söyleniyordu. Kulaklarında telsizli yakışıklı korumaların eşliğinde her nedense hep en üst katta olan güç budalası CEO larınkine benzeyen makam odasına kabul edildim. Nazik bir şekilde karşılandım. Projeyi, kapıda bekleyenlerden sınırlı olduğu anladığım süre içerisinde hızlıca anlattım. Yaktığı sigara eşliğinde dinledikten sonra kurduğu ‘bizim çöpümüz yok, çöplerimiz büyük şehir belediyesinin’ cümlesini anlamaya çalışarak ve Ankara Büyükşehir ya da Eskişehir Belediyesi ile görüşmemizi tavsiye eden değerli yol göstericiliğine 'minnet' duyarak oradan ayrıldım. Çankaya Belediyesinin çöpü yokmuş... İnanılmaz değil mi? Ama zaten ayırdığı süreden ve sorularından 'Acaba benden ne isteyecekler' sorusuna yanıt aradığını ve kendince bir cevap bulduğunu sanıyorum.
Sıra Ankara Büyükşehire gelmişti. Orada da benzer bir süreç yaşandı. Yine heyecanlı bir karşılama, ne istiyor olabilir bu doktorlar sorusuna verilen inandırıcı bulunmayan cevabın yarattığı güvensizlik, ama yine de kurulan ‘kendim, çocuklarım ve memleketim adına yaptıklarınız için teşekkür ederim’ cümlesi ile avutularak, başkan yardımcısı seviyesine bile çıkamadan uğurlandım.
Eskişehir Belediyesi de görüştüğüm kamu ve vakıf universiteleri maceraları da daha eğlenceli olmakla beraber çok da farklı olmayan bir sonla noktalandı. Bunların hepsine hazırlıklıydım ve üzerime düşeni yapmanın huzurunu taşıyordum. Ama en ağır darbeyi Türkiyenin dört bir tarafında topladığı çöplerle biyogaz ve elektrik üretimi yapan ITC firmasından aldım. Öyle ya, işin başında son derece yenilikçi işler yapan bir Yönetim Kurulu Başkanı vardı ITC firmasının. Sayın Ali Kantur. Kendisi ile yakın bir arkadaşı aracılığı ile iletişim kurdum. Konuyu ve önemini bildiğini söyledi. Tesisteki tarımsal operasyonlarını yürüten ziraat mühendisi arkadaşlarla konuşacağını ifade etti. Ertesi gün aldığım cevap literatüre geçmeyi hak ettiği gibi cesaretimi çok kırdı. Ziraat mühendisleri BSF’nin oradaki domates, asma ve çilek fidelerine zarar verecek hastalıklar taşıyacağını, bu nedenle sakıncalı olduğunu söylemişler. Dünya bilimi, insanlar için vektör özelliği taşıyıp taşımadığını araştırmış ve bulamamışken, bitki sağlığı konusunda çalışmayı unutmuş ve bu da yurdum yüksek ziraat mühendisi arkadaşların aklına gelmiş. Ey Allahım...
Bunun üzerine başıma gelecekleri tahmin edip vazgeçirmeye çalışan arkadaşlarımın haklı çıkmasından mutsuz bir şekilde kendi çalışmalarıma ve araştırmalarıma döndüm. Son olarak TAGEM’e sunduğum projeden bahsederek bitiriyorum. Yüksek ticari değere sahip ve kültürü yapılan çipuraların yem rasyonlarında BSFL kullanımının balık mikrobiyatasına etkisi başlıklı bir projeydi. Konu çok yeni çünkü balıkların immün sistemi üzerine etkisini araştırıyoruz. Güncel çok az çalışma var. İşletme verimi açısından son derece önemli. Ama asıl önemli boyutu projenin BSFL üretimi konusunu da içeriyor olması. BSFL üretiminde yararlanılacak patent almaya aday protoptip makine ve ekipman geliştirmek için de fon istiyoruz. Hakemlerden ve heyet sunumundan geçen proje, bütçe sıralamasında desteklenecekler arasına giremedi. Ancak öğrendiğim kadarıyla Elazığ Su Ürünleri Enstitüsünün dışarıdan larva temin ederek yaptığı araştırma projesi ile verdiğimiz projenin, içeriğinde sadece ‘balık ve BSFL’ kelimesinin geçmesi kadar benzerliği olmasına rağmen aynı konuda yapılmış muamelesi görmesinin akıbetinde etkisi olduğu yönünde.
Çok uzattım biliyorum. Tüm bu deneyimleri okuyacak girişimcilerin cesaretini kırmak, ülkemize olan inancını sarsmak, umutsuzluğa sürüklemek için değil, bakış açılarını zenginleştirmek ve siz ne istiyorsunuz sorusuna benim verdiğim cevabı vermemelerini tavsiye etmek için yazıyorum. Karşılıksız vermek bir erdem değilmiş ülkemizde. Ben yeni öğrendim.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu
BSF konusunda farkındalık yaratmak ve belediyeleri harekete geçirmek için daha hızlı yol alacağımı düşündüğüm ve son derece kaliteli ve işini seven insanların çalıştığını bildiğim Çankaya belediyesi temizlik dairesine bir sunum yaptım. Önerim Çankaya ilçesinde toplanan organik atıkların küçük bir kısımıyla beslenecek bir BSF larva tesisi(minyatür ölçekte) kurulması, üretilen larvalarla beslenen bir küçük hayvan stoğu(30 kadar tavuk) ile döngüsel ekonominin bir örneğinin hayata geçirilmesiydi. Ziyarete açılarak tesis, ilkokul öğrencilerine çöpün nasıl proteine dönüştüğünü gösterecek ve döngüsellik bilincinin geliştirilmesine katkı sağlayacaktı. Zaman içerisinde oluşacak deneyim eşliğinde yürütülecek projenin asıl hedefi ise büyütülecek bu tesisin ürünlerinin(larvalarla hazırlanmış tavuk yemi oluyor)köylerdeki aile tipi tavuk işletmelerinin yem maliyetlerini azaltmak üzere dağıtılmasıydı. Köylerde evde çocuk bakan kadın nüfusu, belediyenin bağışladığı yemlerle tavuk besleyecek, ürünler(yumurta ya da tavuk)belediye tarafından köylülerden makul fiyatlarla satın alınacak ve böylece bu kadınların bütçeye katkı yaptıkları için aile içi ağrılıkları artacaktı. Yaptığım sunu dikkatele dinlendikten sonra umduğum heyecanı yarattı Çankaya Temizlik Dairesinde. Önce Daire Başkanı sonra ilgili belediye Başkan Yardımcısı ile aynı sunuyu paylaştım. Sunum bittiğinde Başkan Yardımcısının bir uzman hekimin bu işle neden ilgilendiği sorusunun yanıtını aradığını fark ettim. Beğenmiş görünmeye çalışarak yaptığı iltifatlardan sonra, ıkına sıkıla sorduğu ‘peki sizin menfaatiniz ne, siz ne istiyorsunuz’ sorusuna verdiğim ‘daha temiz bir çevre, temiz su, ekolojik yarar, çevre bilincine katkı ve bu projenin gerçekleşmesini görmek dışında bir şey istemiyorum’ yanıtını beklemediği ya da inandırıcı bulmadığından olsa gerek, herhangi bir eylem planı noktasına evrilmeden toplantı bitti. Bu beni durdurmaya yetmedi. Türlü insanları araya sokarak ve yol arkadaşlarım eşliğinde Çankaya Belediye başkanı ile bir randevu ayarladım. Bütün yollar Başkana çıkıyor kendisi evet derse bu projenin olacağı söyleniyordu. Kulaklarında telsizli yakışıklı korumaların eşliğinde her nedense hep en üst katta olan güç budalası CEO larınkine benzeyen makam odasına kabul edildim. Nazik bir şekilde karşılandım. Projeyi, kapıda bekleyenlerden sınırlı olduğu anladığım süre içerisinde hızlıca anlattım. Yaktığı sigara eşliğinde dinledikten sonra kurduğu ‘bizim çöpümüz yok, çöplerimiz büyük şehir belediyesinin’ cümlesini anlamaya çalışarak ve Ankara Büyükşehir ya da Eskişehir Belediyesi ile görüşmemizi tavsiye eden değerli yol göstericiliğine 'minnet' duyarak oradan ayrıldım. Çankaya Belediyesinin çöpü yokmuş... İnanılmaz değil mi? Ama zaten ayırdığı süreden ve sorularından 'Acaba benden ne isteyecekler' sorusuna yanıt aradığını ve kendince bir cevap bulduğunu sanıyorum.
Sıra Ankara Büyükşehire gelmişti. Orada da benzer bir süreç yaşandı. Yine heyecanlı bir karşılama, ne istiyor olabilir bu doktorlar sorusuna verilen inandırıcı bulunmayan cevabın yarattığı güvensizlik, ama yine de kurulan ‘kendim, çocuklarım ve memleketim adına yaptıklarınız için teşekkür ederim’ cümlesi ile avutularak, başkan yardımcısı seviyesine bile çıkamadan uğurlandım.
Eskişehir Belediyesi de görüştüğüm kamu ve vakıf universiteleri maceraları da daha eğlenceli olmakla beraber çok da farklı olmayan bir sonla noktalandı. Bunların hepsine hazırlıklıydım ve üzerime düşeni yapmanın huzurunu taşıyordum. Ama en ağır darbeyi Türkiyenin dört bir tarafında topladığı çöplerle biyogaz ve elektrik üretimi yapan ITC firmasından aldım. Öyle ya, işin başında son derece yenilikçi işler yapan bir Yönetim Kurulu Başkanı vardı ITC firmasının. Sayın Ali Kantur. Kendisi ile yakın bir arkadaşı aracılığı ile iletişim kurdum. Konuyu ve önemini bildiğini söyledi. Tesisteki tarımsal operasyonlarını yürüten ziraat mühendisi arkadaşlarla konuşacağını ifade etti. Ertesi gün aldığım cevap literatüre geçmeyi hak ettiği gibi cesaretimi çok kırdı. Ziraat mühendisleri BSF’nin oradaki domates, asma ve çilek fidelerine zarar verecek hastalıklar taşıyacağını, bu nedenle sakıncalı olduğunu söylemişler. Dünya bilimi, insanlar için vektör özelliği taşıyıp taşımadığını araştırmış ve bulamamışken, bitki sağlığı konusunda çalışmayı unutmuş ve bu da yurdum yüksek ziraat mühendisi arkadaşların aklına gelmiş. Ey Allahım...
Bunun üzerine başıma gelecekleri tahmin edip vazgeçirmeye çalışan arkadaşlarımın haklı çıkmasından mutsuz bir şekilde kendi çalışmalarıma ve araştırmalarıma döndüm. Son olarak TAGEM’e sunduğum projeden bahsederek bitiriyorum. Yüksek ticari değere sahip ve kültürü yapılan çipuraların yem rasyonlarında BSFL kullanımının balık mikrobiyatasına etkisi başlıklı bir projeydi. Konu çok yeni çünkü balıkların immün sistemi üzerine etkisini araştırıyoruz. Güncel çok az çalışma var. İşletme verimi açısından son derece önemli. Ama asıl önemli boyutu projenin BSFL üretimi konusunu da içeriyor olması. BSFL üretiminde yararlanılacak patent almaya aday protoptip makine ve ekipman geliştirmek için de fon istiyoruz. Hakemlerden ve heyet sunumundan geçen proje, bütçe sıralamasında desteklenecekler arasına giremedi. Ancak öğrendiğim kadarıyla Elazığ Su Ürünleri Enstitüsünün dışarıdan larva temin ederek yaptığı araştırma projesi ile verdiğimiz projenin, içeriğinde sadece ‘balık ve BSFL’ kelimesinin geçmesi kadar benzerliği olmasına rağmen aynı konuda yapılmış muamelesi görmesinin akıbetinde etkisi olduğu yönünde.
Çok uzattım biliyorum. Tüm bu deneyimleri okuyacak girişimcilerin cesaretini kırmak, ülkemize olan inancını sarsmak, umutsuzluğa sürüklemek için değil, bakış açılarını zenginleştirmek ve siz ne istiyorsunuz sorusuna benim verdiğim cevabı vermemelerini tavsiye etmek için yazıyorum. Karşılıksız vermek bir erdem değilmiş ülkemizde. Ben yeni öğrendim.
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)